4 Mart 2014 Salı

Yeni Başlangıçlar, Yeni Umutlar, Yeni İnsanlar ve Hayata Tutunma Çabaları....

Herkese merhaba...

Biliyorum, yazılara çok uzun ara veriyorum, yorumlamam gereken bir sürü kitap var bitirdiğim, yorumlamıyorum, bu kadar uzun aralar vermek, post yayınlamamak hiç iyi değil farkındayım:( yani diyorsunuz ki takip edilesi blog olmaktan çıkma yolundayım:(
Özür diliyorum...

İçimden dolu dolu bir sürü şey yazmak geliyor ama o kadar yoğun bir temponun içine girdim ki, post yazmak için bilgisayara bakasım, bilgisayar kullanasım gelmiyor. başka türlü de bilgisayar kullanmadan nasıl yazabileceğimi bilmiyorum. Aslında belki pad türü işi keyifli hale getirecek birşeyler çözer(mi) durumu??? usta blogger arkadaşlar nasıl yapıyorlar, blogger kullanırken pad pratik ve kolay oluyor mu?? bu konuda tavsiyesi olan var mı??
Şimdi bana niye bilgisayardan bu kadar nefret ettin diyebilirsiniz... Açıklayayım.. Tabi haftalardır yazmayıp, hayatımdaki hiçbir şeyden bahsetmeyince, sıkıntılarıma da böyle konunun sonundan girince, havada kalıyor değil mi?

Başa dönelim...
Efendim ben iş değiştirdim sonunda, hani zaten bahsediyordum ya, işyerim değişiyor yani işimi değiştiriyorum diye. Hani güya araba falan kullanabilecektim, bunun için uzuuun uzun direksiyon dersleri falan alıyordum.. Yok canım, kullanamadım! Olmadı!! Bende o kabiliyet yok!! El-ayak-göz koordinasyonu olayı sıfır bende. Birde çok sevgili(!) direksiyon hocam 4 gün boyunca bana 1000km yol yaptırıp durma-kalkma vs yaptırmayınca doğru düzgün, bende durma - kalkma vs oturmadı ve ben şehir içinde kullanamadım:( yani zaten 4 günlük direksiyon maceralarımı, yaptığım 1000km lik yolları anlatsam bir küçük öykü kitabı olur heralde!!! Bilahare bahsederim:) Neyse konumuza dönelim, sonuçta, ben araba kullanamıyorum, ve bütün sarılar, kırmızılar ve maviler benim şeklinde, otobüslerde gidip geliyorum!!! Sabah 6.30 otobüsü ile çıkıp akşamda işten 18.30da resmen fırlayıp (mümkünatı varsa tabi) yollara dökülüyorum!! Malum akşam trafiği, yollar uzun, onun çilesi.... Akşam spora resmen yoldan canım çıkmış bir şekilde gidiyorum. Spordan eve dönüşüm de 22.30 oluyor!!! Sabah 6.30da tekrar yollara düşüş....!!! Bu döngü bu şekilde yaklaşık 3,5 haftadır devam ediyorr..  SONUÇ: Bende post yazacak hal, daha doğrusu bilgisayar görecek psikoloji kalmıyorrr...!! tabi bilgisayarla yine ne alaka diyebilirsiniz, şöyle ki, sabah 8.00 - akşam 18.30 arası aralıksız bilgisayar başında çalışıyorum. sadece öğlen 12-13arası öğle tatiline çıkıyorum, onda da bildiğiniz fırlıyorum dışarı, ofisten kurtulmak için!!! :(
Bana, eee, haftasonları çuvala mı girdi demeyin ne olur... işte bütün hafta içi bilgisayara yapışık olunca, o monitorü göresim gelmiyorrr:(((
O yüzden bu sorunu, kocaman bir monitorle karşı karşıya kalmadan bir şekilde çözmem gerekiyor... YARDIM VE ÖNERİLERİNİZ??? LÜTFEEEENN??
Pad ile yazmak kolay mıdır?? Klavyesi için nasıl bir şey kullanıyorsunuz?? Var mı bir bilen??

Genel durumuma bakıldığında yazmaya, içimi dökmeye, PAYLAŞMAYA, YARDIM ALMAYA öylesine ihtiyacım var ki.... Deli gibi özledim yazmayı:( Nefes almaya ihtiyacım var ve aslında yazman bana azda olsa nefes aldırabilen birşeydi. 

Okumak, spor yapmak, yeni insanlarla bir arada olmaksa diğer şeyler...

Okuduklarımı yorumlamak, bunları sizlerle paylaşmaksa ayrı bir şey yine...

Tiyatro, filmler, yeni müzikler... ve yine bunları yorumlamak...

Evet ben blogumu çok özledim. Kabul, zaten ne kadarcık oldu yazmaya başladığım, ama kısa zamanda, insanlarla tanışmak, tanıştığım çok ama çok güzel insanlar sayesinde azda olsa takipçi kazanmak çok ama çok mutluluk vericiydi. Paylaşmak, yazmak...

Tanıştığım bu güzel insanları da uzuuun uzun anlatmak istiyorum, onlarla paylaştıklarımı da...

Yok, yeniden sık sık yazacağım, ve bugün ilk olsun... 
Ama önerilerinizi bekliyorum şu pad olayında, olur mu??
Not: olmazsa da canınız sağolsun...


15 Şubat 2014 Cumartesi

Gecikmiş bir Othello yazısı...







Aslında bu oyunu, yorumları çok daha önceden yazmam gerekiyordu, ama bir sonraki postlarda da bahsedeceğim nedenlerden dolayı uzun zamandır yazamadım. Herkezden çok özür diliyorum...
Gerçi bu tiyatro oyunu için yorumlarımı geç yazacak olsamda, bu sezon boyunca tiyatrolarda oynayacağı, hatta muhtemelen daha sonraları da, gerek develt gerek özel tiyatrolarda yine devam edeceği için, postum pek te geç sayılmaz... (yok valla kendimi savunmuyorum, haklı da çıkarmaya çalışöıyorum, suçumu da örtbas etmeye çalışmıyorum, tamam biliyorum, hiç yapmamam gerektiği halde blogu çok ihmal ettim. Diyorsunuz ki, “sen böyle yaparsan daha çok kendin çalıp, kendin söylemeye devam edersin” evet haklısınız, ama işte insan zaman zaman bu klavyenin başına oturamıyor...)
Gelelim Othello'ya....

Othello aynı zamanda bu oyundaki baş erkek kahramanın adıdır. Bu oyun beş perdelik(orjinalinde) ve William Shakespeare'in trajedilerinden biri olup, yaptığım araştırmalara göre, Cinthio tarafından yazılan "Moor of Venice" adlı kısa hikâyesine dayanarak yazıldığı düşünülmekte. Oyun Osmanlıların Kıbrıs'ı almak istedikleri dönemde geçiyor.
Othello, yani baş kahramanımız Venedikte yaşamakta ve Venediğin ileri gelen soylularından birinin kızı olan Desdemona'ya aşıktır. Desdemona da Othelloyu sevmektedir. Ve bu iki aşık evlenirler. Oyun aslında, Othello'nun duyduğu aşk, sonrasında ıiftira ve sonuçta kıskançlık ve hırs üzerine kurulu.
 
 



Karısını çok seven Othello, sancak çavuşu olan Iago'nun iftiraları ve entrikaları yüzünden kıskançlık krizlerine ve karısı hakkında yanlış düşüncelere kapılır. Bu kıskançlık, hissettiği hırs ve duygular öylesine güçlüdür ki, önce karısını boğar. Sonrasında da gerçekler ortaya çıkar ve intihar eder.
Oyunun konusu böyle...

Oyun orjinalinde de beş perde olduğu için, burda da epey uzun sürüyor. Hani tiyatroya gittiğinizde yorgunsanız, şimdiden söylüyorum, arada gözleriniz kapanabilir...!!! evet şahsen benim arada kapandı sanki, yok uyumadım, ama artık sonlara doğru kayabiliyorsunuz:))
ama tabiki oyuncular çok başarılı. Yalnız ilk etapta verilen yani oyunun gereği çıkan dumanlardan dolayı, biraz dumanlı ve sisli başlıyorsunuz :) yani benim gibi önlerden izleyecekseniz, biraz puslu başlayabilirsiniz.
Dekor ve kostümler Shakespeare'in diğer oyunlarında olduğu gibi bunda da iyiydi. Herşekilde keyifle izletti kendini, dumanlı da olsa:)
sonuç itibariyle evet bu oyuna da gidin derim, zaten bu sezon hiçbir oyunu kaçırmayın derim:)


Not: Resimler DT'nin internet sitesindeki broşürden alınmıştır...

25 Ocak 2014 Cumartesi

Yeni Kitaplarımmm:))





Bunlar da yeni cicilerim:) Yeni kitaplarım yani:)
Üstteki ikili; yani Sabahattin Ali ve Cemal Süreya,  Alttaki üçlü D&R indirimleri, benim de üyesi olduğum "kitap ağacı" grubunun Şubat ayı kitapları:) pek çoğunuz böyle bir grup olduğundan haberdardır belki de. benimde yaklaşık 2 ay önce katıldığım, ama ne yazık ki elimde olmayan nedenlerle Ankara buluşmalarına gidemediğim, Kitap kurtlarının oluşturduğu bir grup bu. Bu ayki kitapları ise Cemal Süreya'nın "Sevda Sözleri" ve Sabahattin Ali'nin "Sırça Köşk" adlı kitapları.
"Sevda Sözleri" çok güzel bir şiir kitabı. içinde benim çok sevdiğim bir şiirin de olduğu kitap... o şiir de şu:
 
"Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem
Ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı"
 
Yazarın Kahvaltı adlı şiiri... o çok güzel şiirlerinden bir tanesi... Diğer kitap olan "Sırça Köşk" ise, Sabahattin Ali'nin öykü kitabı. Çok değerli ve güzel kitaplarından biri. Bu ay Kitap Ağacı grubu olarak bu kitapları okuyacağız. Ve bu sefer 1 Şubatta olacak Ankara buluşmasına gitmeye de azimli ve kararlıyım...
 
Alttaki kitaplar ise bazıları, migrosun %25 indiriminden, bazıları da D&R indiriminden, aldığım kitaplarım. Arkadya yayınlarından eksikler vardı, onları da tamamlıyorum:) Zaten kapaklarına ve ayraçlarına da bayılıyorum orası ayrı:) hepsi okumak ve kütüphaneme katmak istediğim kitaplardı. Bu arada Sinan Meydan'ın Akl-ı Kemal serisi 4 kitaplık bir seri ve çok güzel ve değerli kitaplar. Herkezin okuması gereken kitaplar arasında bence. Ben hem okudukça, hem de bitirince yazacağım. Kitaplar hakkında yorum yapmak haddime olamaz zaten ama öğrendiklerimi aktarmaya çalışacağım... 
 
Evet... yeni sığınaklarım, yeni dostlarımda böyle. Sizi bilmem ama, yeni kitap kokusu, yeni kitabın kapağına, sayfalarına dokunmaya bayılırım ben. Hani yeni kıyafet alırsınız aynada tutup tutup bakarsınız ya, ben de yeni kitaplarımı sürekli sever, açar açar bakar, dokunur koklarım işte:)) Tutku bu, aşk bu... :)) Yok ötesi!! :))
 
 
 
Şu an okuduğum kitaplarım ise; "Gülümse Anılara" ve "1001 Gece Masalları".
Bitince yorumlayacağım ama ikisi de güzel gidiyor şimdilik...
 
Şimdilik bu kadar... Haa, bu arada bu akşam Devlet Tiyatrolarının sergilediği, William Shakespeare'in yazdığı trajedilerden biri olan "Othello" var, onu izlemeye gidiyorum, güzel olacağını düşünüyorum. Dönünce anlatırım, okursanız sevinirim:)
 
Sevgiyle kalın...
 
 
 
 

Okudum... "KIZILDERİLİ VE ÇİNGENE" Bir şaman kızılderili hikayesi...

 
 

 
Merhabalar;
 
Aslında bu yazıyı birkaç gün önce yazmam gerekiyordu, ama işyerinde işlerin yoğunluğundan, eve gelince de, tamam kabul ediyorum, evet ihmalkarlıktan yazamadım. Muhtemelen bana, "ohoo daha dün bir bugün iki, şimdiden böyle bu kadar çabuk ihmal edeceksen" diyebilirsiniz, tamam doğru, haklısınız:( sadece beynim o kadar yoğundu ki, kendimi yine çektim, ve beynime söz geçiremedim işte. İş değiştirme gibi önemli bir karar aldım, bir yanım mutlu ve heyecanlı iken, bir yanım da paniklerde...:( hem iş ortamının değişmesi, hem işyerinin evime uzak oluşu... hani kafanızda tilkiler dönerde kuyrukların karışmaması icap eder ya... Ha birde öte yandan araba verecekler, eve gidip gelirken kullanmam için, hani ev-işyeri arası uzak dedim ya, ve tabi benim onu kullanmam gerekiyor!!! Birçoğunuz "ee ne var bunda"diyeceksiniz, hadi bi tahmin edin...???!! Evvet doğru tahmin!! Bendeniz çook uzun yıllardır o ehliyeti kimlik kartı olarak kullananlardanım!!! eee bu be ne demek, önce cesaret, sonra da, biraz arkadaşlardan alınan direksiyon dersleriyle hatırlayıp, belki biraz da bir hocadan direksiyon dersi alaraktan, yollara çıkacağım demek...!!! Evet bir trafik canavarı daha geliyor:) bir ben eksiktim değil mi? :) Bekle beni Eskişehir Yolu, ben geliyorum:)
 
Eh, bir kaç gün yazmayınca, yazacaklarım birikti aslında. Ama yok, hepsini aynı posta sıkıştırmayacağım söz:) bugünkü ilk postumda hele şu kitabı bir anlatayım:) devamı sonra gelecek:) az sonra..!!! (ay evet kötü ve eski bir espri, kabul ediyorum.)
 
Kitabı yorumlarken az da olsa spoiler geçebilirim. Ama çok fazla değil, okumak isteyenlere engel olacağını sanmıyorum. Yine de kitap yorumunu okumayabilirsiniz, karar size kalmış.
 
Kitabımız başlıkta dediğim gibi, sadece şaman bir kızılderili hikayesi değil aslında. Bir ailenin hikayesine dayalı, ama ailenin içinde şaman kızılderili bireyler de olunca, onlarla da ilişkili. İnternette biraz baktığım kadarıyla, zaten kızılderililerin çeşitli doğa üstü güçleri olabileceği yazılıyor, ve şamanlarında yine mistik güçleri olabileceği, yakınlarına, insanlara, şahin kartal formlarında görünebilecekleri, mesajlarını bu yollarla iletebileceklerine dair inanışların olduğu belirtilmiş. Kitaptaki kahramanlarımız da -kızılderili olanlar- dans ederek, atalarına dua ederek yağmur yağdırıp, doğa üstünde çeşitli etkiler yaratabiliyorlar. Kitabımızın bayan başrol oyuncusu Gretchen. O ve onun gözleri tam görmeyen ikiz kız kardeşleri, -Trudy ve Bennie- , Abby -Gretchen'in kızı, ve Sam, evet erkek başrol oyuncumuz:) Sam anne tarafından bir kızılderili. Hikayemiz Gretchen'in ikiz kız kardeşlerinin doğması, bir süre sonra önce babasının, daha sonra da annesinin evi terk etmesi ile başlıyor ve devam ediyor. Bu arada Gretchen hamile kalıyor. Aile bireyleri tarafından yanlız bırakılınca, hem ikiz kız kardeşlerinin, hem de doğacak bebeğinin sorumluluğu Gretchen'e kalıyor.
Burada arka kapaktan bir alıntı vereyim...
 "Her seferinde çiftliği es geçen kasırga, bu sefer diğerlerinden farklıydı. Çiftliğin ceviz koruluğunda yaralı bir vaziyette bulunan, nereden geldiğini, kim olduğunu hatırlamayan yaralı adamı kasırga mı getirmişti?
Gelişiyle, yıllardır meyve vermeyen ceviz ağacının çiçeklenmesini sağlayan bu yabancıya evlerini açan Gretchen ve ikiz kız kardeşlerini etkileyen, yabancının beraberinde getirdiği mucize miydi?
"
Hikaye esas olarak bu fırtına sonrası bulunup eve getirilen bir yabancı ve bu yabancının mucizevi etkileri, sonrasında olanlar, umutlar ve Gretchen'in ikiz kız kardeşlerinin ve doğacak bebeğinin sorumluluğunu almasından sonra olanlarla devam ediyor... Ama bir kızılderili olan Hank Littlefoot'un hikayesini de öğreniyoruz, aralarda olanları okurken...
 
Kitap baştan sona çok keyifli, çok sürükleyiciydi bana kalırsa. Çok çabuk okunan, merak uyandıran, güzel bir kitaptı:) Olaylar sıkmadan, az öncede dediğim gibi merak uyandırıcı bir şekilde anlatılmış, çevirisi de çok anlaşılır ve netti. Olay konusu da bence değişikti aslında. Kızılderililer hakkında yeni birşeyler anlatan, anlattıklarını da araştırma isteği uyandıran -en azından bende- bir kitaptı. Ben bu kitabı nasıl mı aldım?? Kapağından!! Evet herkezinde bildiği gibi son dönemlerde kitap kapaklarına çok özen gösteriyorlar ve bence de iyi yapıyorlar:) Bu kitabın kapağında da yukarıda da göreceğiniz gibi çok güzel, parlak turkuvaz renkli bir kolye ucu var, ve evet ben bu renge bayılırım. Hatta bu renkte çok güzel yarı değerli taşlar vardır, hepiniz biliyorsunuzdur (bilgi isteyen olursa bu taşlar hakkında detaylı bilgi verebilirim, mesleki olarak işin içinde olduğumdan:) ama şimdi burada kafanızı şişirmeyeceğim) bu taşlardan yapılmış kolye - küpe vs ayrıca ilgim vardır. Dolayısı ile kapağıyla ilgimi çeken ve hem kapak hem de arka yazısı ile ilgimi çeken bir kitap oldu kendisi:) Tavsiye edilir:)
 
 
 
 
 



19 Ocak 2014 Pazar

21 yıl...

Sene 19 Ocak 1993...
Tam 21 yıl geçti...
Annemsiz tam 21 yıl... :(
Hayat bilmecesi içindeki kayıp parçam, kocaman boşluğum...:(
Yıllar geçtikçe, zaman ve yaşınız ilerledikçe artan özlem, hissedilen ihtiyaç... tarifi tam olarak yok aslında. Külleniyor dediğiniz yerde, birde bakıyorsunuz ki, alevler tutuşmuş, hala devam ediyor yanmaya.
Bu konuda fazla da bir şey söyleyip, kimsenin canını sıkmak istemem, sadece paylaşmak istedim...
son olarak tek söyleyebileceğim şey, Allah bir çocuğu annesinden, anneyi evladından ayırmasın...

Not:evet kardeşim vs. yok tek çocuğum ama bugün içinde bulunduğu sıkıntılı duruma rağmen yanımda olan manevi kardeşime, canım dostuma sonsuz teşekkürler. Hasta hasta onca yolu benimle geldi gitti..  CANIM DOSTUM KARDEŞİM.. Sen iyi ki varsın!

Vee.. Karşınızda Macbeth...!


Merhabalar...

Bu sefer bir tiyatro oyunu yazısıyla karşınızdayım...
Macbeth İngiliz yazar William Shakespeare’in tragedyalarından biridir. Kaynaklarda en kısası olduğu söyleniyor. Eğer ayrıntılı bilgi almak ve konusunu da yine detaylı bir şekilde okumak isterseniz ; http://tr.wikipedia.org/wiki/Macbeth buradan öğrenebilirsiniz.
Kısaca konusunu özetlemek gerekirse İskoç komutanı Macbeth'in eşi Leydi Macbeth'in etkisinde kalarak önce Kral Duncan'ı, ardından da önüne çıkan diğer insanları ortadan kaldırıp, iktidar hırsı ile kendi sonunu hazırlaması diyebiliriz.
Oyun kaynaklardan da okuyacağınız gibi "3 cadı kadın" ile başlıyor, şimşekler ve toz bulutları içinde bir sahnede... Kendi aralarında süren diyaloglarından sonra Macbeth ortaya çıkıyor, onun hakkındaki kehanetlerini söylüyorlar: önce Glamis Baronu, sonra Cawdor Baronu ve en sonunda da Kral olacağını... Olaylar da buradan sonra başlıyor zaten. Konu hakkında daha fazla birşey söylemek istemiyorum, bunu heryerde okuma mümkün zaten.
Oyunun müziklerine, dekoruna ve oyunculuğa kısaca değineceğim. Kısaca diyorum çünkü pek de bir söz söylemeye gerek yok aslında. Müzikler Can Atilla'ya aitti ki, bu konuda çok başarılı bulduğum ve dinlerken inanılmaz keyif aldığım insanlardan biridir. Hatta buraya hemen bir dip not düşmek isterim. Aşkı Hürrem albümünün çok ayrı bir yeri vardır, müzikleri bence çok çok iyidir, keza Leyla ile Mecnun'da öyle. Oyunculuklara laf söylemek açıkçası bana düşmez zaten ama Leydi Macbeth rolünde İpek Çeken çok ayrı bir keyif verdi bana. Kimbilir belki onun oynadığı dizilerle büyümüş olmanın etkisi vardır. (Ferhunde Hanımlar dizisini bilmeyen yoktur sanırım.) Dekor ve kıyafetler ise ayrı güzeldi, özellikle cadıların kıyafetleri ve 2. perdede çıktıkları sahnedeki arka dekor çok hoştu.
Kısacaa... Eğer ki Tiyatroyu seviyorsanız gidin izleyin derim.  Shakespeare ile de biraz ilginiz varsa zaten oldukça da keyif alırsınız, kuşkunuz olmasın. Bu arada yaklaşık 2,5 saat kadar sürüyor, bilginiz olsun.
Bu sezon Shakespeare'in pek çok eseri tiyatrolarda gösterilecek, haftaya da Othello var mesela. İlgilenenlere duyrulur:))

Görüşmek üzere, sevgiyle, huzurla kalın...

18 Ocak 2014 Cumartesi

Okudum... "Ve Dağlar Yankılandı"

Merhabalar...

Öncelikle ilk yazımı okuyan herkeze, yorumlayan ve takibe alanlara, çok çok teşekkür ederim. İyi dilekleriniz için sağolun...
Malum blog dünyasında çok çok yeniyim. Dolayısıyla blog düzenimi geliştirmeyi, ne, nereye, nasıl eklenir, nasıl düzenlenir daha yeni öğreniyorum, zamanla daha renkli, daha değişik ve güzel şeyler yapacağım umarım. Takip ettiğim, okuduğum bloglar bu işlerin ustası olmuş durumdalar, ve çok haklısınız onları okumak, takip etmek çok daha keyifli. Ama bende öğrendikçe farklı şeyler eklemekten, onları beni bir kez bile okuyacak insanlarla paylaşmaktan keyif alacağım...

Hani herşeyi yazacağım demiştim ya, ilk kitap yorumuyla karşınızdayım:) Khaled Hosseini'nin "Ve Dağlar Yankılandı" adlı Türkçeye çevrilen üçüncü kitabı.
Başlamadan önce, yazımın spoiler içerebileceğini hatırlatmak isterim, eğer okumak istiyor ve evet spoiler sizleri kitap yönünde olumsuz olarak etkiliyorsa bundan sonrasını okumayın. Şahsen benim için pek farketmeyebiliyor. Hatta okumak istediğim kitapların internetteki yorumlarını, - spoilerde dahil- okumaktan büyük keyif alıyorum. Kitabın içindeki olayların ayrıntıları ve bazen de geçen sözler öyle derin güzel oluyor ki, kitap hakkındaki öğrendiğim hiçbirşey tadımı kaçırmıyor.

Kitabıımız roman kahramanlarımız olan Peri ve Abdullah'ın babalarının anlattığı bir afgan hikayesi ile başlıyor. Daha doğrusu afgan hikayesimi tam olarak emin değilim, internette biraz araştırdım ama tam olarak kaynağına ulaşamadım. Babaları Abdullah ve Peri'ye masal olarak anlatıyor. Hikayenin içindeki olaylar ve çıkarılacak sonuç aslında sonradan kahramanlarımızın başına geleceklerle doğrudan ilişkili aslında.

Peri ve Abdullah... Baş kahramanlarımız. Babaları ile çölde başlayan yolculukları, hayat yollarının ayrılması ile son buluyor. İkisi de çok farklı hayatlar yaşıyorlar, ve bu hayat yolculuklarında karşılarına farklı insanlar çıkıyor.
Bu insanların herbiri romanın ayrı bir kahramanı aslında, herbirinin ayrı bir hikayesi var, bu hikayeler de yer yer aynı yerlerde kesişiyor. Perinin hikayesi babası tarafından varlıklı bir aileye, 2 yaşında evlatlık verilmesi ile çok farklı bir yön alıyor. Önce Afganistanda kısa bir çocukluk dönemi, daha sonra Paris şeklinde devam edip, yer yer farklı yerlerde devam ediyor. İyi imkanlar, okul hayatı, iyi bir evlilik, çocukları... Aslına bakarsanız iyi sayılabilecek - hani biz Türklerin deyişiyle hayırlı diye niteleyebileceğimiz- bir hayat yaşıyor. Hatta başarılı bir matematik profesörü oluyor. Ama ne olursa olsun içinde biryerlerki eksikliği, hayat puzzle'ı içindeki eksik parçaları hep hissediyor, ta ki çok uzun yıllar sonra, gerçekleri öğrenene kadar...
Abdullah ise Afganistan kalıyor, ve orda o yıllarda doğup, büyüyen ve yaşayan her türlü zorluğu, -savaş yılları, yokluklar, karmaşalar- herşeyi yaşıyor.
İki kardeşin hayatlarına giren, romandaki diğer kişilerin hayatları ise apayrı dünyalar ve bu dünyalar romanda ayrı hikayeler haline gelmiş aslında. Ama tüm bu hikayeler merak uyandırıcı, keyifli ve sürükleyici anlatılmış. Okurken hiç sıkmıyor.
Bu kitabı ve yazarın diğer iki kitabını da okuyanların bir kısmı, bu kitaba diğerlerine göre biraz daha eksi puan vermişler, ama bence bu da en az diğerleri kadar akıcı, etkileyici ve güzeldi. Dönemin olaylarını ve sıkıntılarını yansıtmıştı. Okumak isteyenlere, yazarın bu kitabını da tavsiye ederim.

Şu anda elimde olan, okuduğum kitap ise "Kızılderili ve Çingene". Susan McBride'ın "Eksik Parça" yayınlarından çıkan kitabı. Yazarın diğer kitaplarını okumamıştım ama bu kitabın ilk sayfalardan itibaren alıp götürdüğünü ve çok  sürüklediğini söyleyebilirim. Çok akıcı ve keyifli bir hikaye. Bitirince bu kitabın yorumlarını da yazacağım.

Vee.. bu akşam devlet tiyatrolarının bu sezon oyunlarından biri olan Machbeth'e gidiyorum:) eminim ki çok keyifli ve güzel bir oyun olacak. Hem hikayesi, hem de Shakespeare faktörü, yeter de artar bile:) Dönünce bu oyun için yorumlarımı da ekleyeceğim...

şimdilik bu kadar, sürçü lisan ettiysem affola, dedim ya, daha yeniyim bu sanal ortamda...
Yine de okuduğunuz çok teşekkür ederim... görüşmek üzere:))